Bay Nagel’in o küçük Norveç kıyı kasabasına gelişiyle yaşanan olaylar silsilesi, hiç de öyle bildiğiniz gizemler gibi değil. Yani gökyüzünde aniden parlayan cisimler, vardan yok ya da yoktan varolanlara dair hikayeler beklemeyin. Bu “gizemler” göz önünde, ayan beyan ortada ama keşfedilemeyecek kadar derinliklerde. Her cümlesinde, anlattığı her öyküsünde bir başka Bay Nagel fenomeniyle karşılaşmanın dayanılmaz heyecanı kasıp kavuruyor okuyanı.
Vladimir Jankelevitch’in yine Monokl’dan çıkan “Ölümü Düşünmek” kitabında, ölüm ve ölümün gizemi üzerine yazdıkları aklıma geliyor. Ölümün bir sır değil, apaçık ve ortalık yerde bir gizem olduğu söyler Jankelevitch. Sonrasında da gizemle sır arasındaki farkı anlatır. Şöyle der:
“… Bir sır yok. Bu bir sır değil ve işte ölüm bu bakımdan bir gizemdir. Yani bu masumiyet gizemi gibi apaçık, gün gibi ortada bir gizemdir. Saydamlık içinde, bizzat varoluş olgusu içinde var olan bir gizemdir. En gizemli olanın gecenin zifiri karanlığı değil, öğle vaktinin aydınlığı olduğu söylenir mesela, o vakitte her şey kendi apaçıklığı içinde sergilenir, bizzat şeylerin var olması olgusu örtüsünden soyunarak çıplak kalır. Orada oldukları gerçeği, sır düşüncesini uyandıran geceden daha gizemlidir. Bir sır keşfedilir, ama bir gizem kendini açığa vurur ama onu keşfetmek mümkün değildir.”
Jankelevitch’in bu satırları Knut Hamsun’ın “Gizemler”ini en iyi tanımlayan, ifşa eden satırlar sanki.
Bay Nagel’in sebep olduğu gizemler, kendi içsel ve ilkel yolculuğunda ortaya saçılıp dökülüyor. Öyle sıradan, çıplak ve umasrsızca konuşuyor ki Bay Nagel, yaşadığı ve yaşattığı tüm duygular gizemleriyle kasıp kavuruyor sayfaları. Tolstoy’dan Hugo’ya, intihardan aşka, sosyalizmden faşizme Hamsun’ın kaleminden nasibini almamış, şah-mat olmamış bir “kavram/duygu/insan” yok neredeyse.
Kitaptan insanın içini titreten bir alıntı, Bay Nagel’in isyanı:
“Herkes sana yemin etsin diye onuruna bir yemin oluşturabilirim. Tanrı’nın gözünde bir günahsa yaptığım, ona yanıtım şu: Bana yaz, deftere işle, ekle hesaba; ruhumla öderim sırarı gelince, saat vurunca…”
Knut Hamsun’ı ben de pek çokları gibi “Açlık” kitabıyla tanıdım. Açlık’ı ilk okuduğumda kendimden geçtim denebilir. Kolay kolay yakalanamayacak olağanüstü bir dille literal olarak “Açlık”ı her hücrenizde yaşatabilen bir yazardan söz ediyoruz. Norveç/Kuzey edebiyatının genlerinde, kodlarında işli sanırım bu çırılçıplak ve olağan yazmak. Söylemeden edemeyeceğim, Knausgaard ile de bu gelenek devam ediyor.
Elbette Knut Hamsun ile Knausgaard’ın dönemleri çok farklı ancak coğrafları aynı ve o coğrafyadan çıkan edebiyat, “aydınlığı kapkara” önümüze koyma konusunda çok başarılı.
Henry Miller “Gizemler’e duyduğum yakınlığı hiçbir kitaba duymadım” demiş, kitabın arkasındaki tanıtım notuna göre. Doğrudur. İnsana dair yazılmış bu kadar temiz metinler her zaman ele geçmiyor. Knut Hamsun’ın keskin olduğu kadar acıtmayan kalemini bilenler için bulunmaz fırsat Gizemler. Tekrar teşekkürler Monokl!
Knut Hamsun’la ilk kez tanışacaklar içinse mutlaka önce “Açlık”ı okumalarını öneririm. Acınızdan ve “acı”nızdan ne yapacağınızı şaşırtacak kadar etkileyici bir kitap. Keşke “Açlık”ı bir de Monokl çevirmenlerinden okusak.
Yorum Yapılmamış