Ağır bir sinir krizi geçirmenin eşiğindeyim. Her şeyi anladım sanırım ve tamamen bilinçliyim. Zaten bu durum da bilinçliliğimin ispatı. Ajar öyle diyor. Ben de katılıyorum.
Yalan-Roman bitti. Taze taze yazıp, “okuyun” demek istiyorum. Okumanın da dışında bir şeyler yapılabilir belki bilmiyorum. Zaman zaman terapi niteliği taşıdığını düşünüyorum kitabın. Uzun zamandır bir kitabı okurken böyle kahkahalar attığımı da hatırlamıyorum.
Acının ve deliliğinin ve dahi büyük yalnızlığın getirdiği kahkaha dolu bir yaşamı okumaktan bahsediyorum. Kurgu yaşam ya da kısmen otobiyografik anlatım. Ama ne acı!
Büyük ve önemli bir yazarsın, Romain Gary’sin! Diplomatsın. Hatta 2. Dünya savaşında pilotsun. Fransa’nın en saygın edebiyat ödülü Goncourt’u almışsın. Bir gün kendin olmaktan sıkılıp Emile Ajar ismiyle bir kitap yazıyorsun ve her şey karmakarışık oluyor. Ajar’ın kim olduğunu kimse bilmiyor. Ama senden ve dahi pek çok yazardan çok iyi yazar olduğu dilden dile konuşuluyor. Ajar’ın kimliği altında eziliyorsun ve ağzına sıçıyorlar. Ve sen daha 20 yaşında yazmaya başladığın romanı 30 yıl sonra bitirip, Emile Ajar adıyla yayınlıyorsun. Üstelik Emile Ajar’ın sen olduğunu anlasınlar diye ipuçlarını ustalıkla yerleştiriyorsun. Ama olmuyor. Emile Ajar Goncourt’u kazanıyor, Onca Yoksulluk Varken ile. Gelmiş geçmiş en iyi kitap oluyor. Ajar reddediyor ödülü. Kimse bilmiyor. Söylentiler çıkıyor. Emile Ajar, Romain Gary’nin yeğeni ve dayısından çok çok daha iyi, gerçek bir yazar diye. Paul Pavlowitch. Evet insanın piton olası geliyor. Hatta tel zımba, sürahi, düdüklü tencere bile olası geliyor.
“Hepimiz çaktırmadan yapılmış çocuklarız, hiçbirimizin olaydan haberi olmamış” diyor. Doğru söylüyor. Ajar’ı da çaktırmadan yapıyor ve onun bunlardan hiç haberi olmuyor. Bir gün, bundan 35 sene önce bu ayda, Aralık’ın 2’sinde silahı dayıyor, Ajar’ın kendisi olduğunu itiraf ediyor, notunu bırakıyor ve gidiyor.
“Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın.”
Benden de size not: “Çok eğlendim, teşekkür ederim. Yalan-Roman’ı okumadan ölmeyin.”