“Ne!? Kitabın adı ne!?” diye ünlemiştim ilk duyduğumda. “Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den alıntılarla hayatım” diye cevap vermişti Meriç. Sonrasında, o benim bildiğim Meriç’in “10 yaşında fırlama erkek çocuk utanması çapraz gülüşüyle” kafasını hafif sağa yatırması geldi…
Bir üstteki cümlede detaylı bir gülüseme tabir ya da tarifi var ya, hah işte Meriç’in bu ilk öykü kitabı öylesi tarif ve tabirlerle doluyor, taşıyor, bir daha doluyor, akacak öykü sayfada durmuyor.
Yazarını, içini, dışını, mekanlarını iyi kötü tanıdığım kitapları pek okumuyorum aslında. Ancak Meriç Demiray, dönemimizin önemli senaristlerinden biri bana göre, dostluğumuzun dışında. Bu nedenle kitabını çıkar çıkmaz alıp, okudum. İlk kez okudum bu arada. Yani yayın öncesi kitabı görmüşlüğüm yoktu. Yani dostluğumuz var dediysek de o kadar değil.
Meriç’in öyküleri senaryo gibi, bol karakterli, bol saptamalı, çok tanıdık. Zaman zaman çok komik, zaman zaman bildiğin trajik. Ancak keyif veren tarafı, farklılıkları.
Nasıl tarif etsem, hani bir misafirliğe gidersiniz, rakı sofrası donatılmıştır. Envai çeşit mezesi, salatası, tatlısı, tuzlusu, Ege’si, Güney’i, hatta Rum’u. Aslında size rakının yanına beyaz peynir ve kavun yeter de artar ama bir yanıyla da cazip gelir sofra, hepsinden tatmak istersiniz. Meriç’in öykülerini okurken, beyaz peynirin hasını buluyor, kavunun en şahanesini lüpletiyor ama yanında da çok çeşit tat alıyorsunuz. Bazısı midenize dokunuyor. Ama sonuçta kitaptan kafa güzel kalkıyorsunuz. Benim kafam güzel oldu açıkçası okuyunca.
Hele bazı cümleler var ki bir kaç alıntı yapmak istiyorum burada. Mesela şu tarif/tabire sesli güldüm okurken:
“…evde yaptığı yemekleri bir dükkan açıp satsa köşeyi döneceğine inandırılmış, boşanmış, özgürleşmek için tek atımlık kurşununu gökyüzüne sıkmış orta yaşlı kadınların işlettiği ev yemeği lokantaları…”
Bir de Olympos’un derinliklerine inen bir öykü var. Orta yaşlıların Olympos’unu şöyle tanımlamış ki, cuk oturtmuş:
“İstanbul’un okumuşları, yorulmuşları, vazgeçmişleri belki yirmili yaşlarda sıkça geldikleri, sonra tu kaka ettikleri, Kaş’larla Gümüşlük’lerle aldattıkları ana kucağına geri dönmüştü.”
“Ana kucağı Olympos” ne güzel demiş Meriç. Bir, hatta birkaç jenerasyonun yaşadığı Olympos’un sıcacık tanımı olmuş.
Kitabın başlangıcında kısacık, ama üstüne roman yazılabilecek kadar güçlü “bir kadın vardı” öyküsünü de anmadan geçmek ayıp olur. “Eğer hala yaşıyorsa dünyadaki tüm kitapları bitirmek üzere olan” bir kadından sözediyor. Okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Sonuçta; bu kitaptan kaç tane film, kaç tane dizi film çıkar diye önce saymaya kalktım ama okudukça saymayı bıraktım, ipin ucu kaçtı.
Diyeceğim o ki, kafayı açan ve dahi güzelleştiren “yeni” bir öykü deneyimi için öneririm, okuyun.