Wool serisi – Hugh Howey

Haziran ayından bu yana hiç mi kitap okumadım, hiç mi yazmaya değer bir şeyler bulamadım?! Elbette hayır, ancak 2017 Temmuz-Ekim ayları arası, kendi adıma yeni bir hayatı var etme telaşıyla geçti. Bu yüzden kitap önerileri biraz eksik kaldı. Fakat bu, ayrı bir yazının konusu olur, özetle “long story”.

Şimdi asıl mevzu Howey. Hem asıl hem asil mevzu. Hugh Howey’in “benzersiz” oluşuna okur okumaz kanaat getirdim. Yazdığı bilimkurgu-distopya-ütopya (adını ne koyarsanız) serinin ilk kitabı Silo, 2014 sonbaharında Monokl’dan yayımlanmış ve ben kaçırmışım. 2015 yılında Tüyap’ta serinin ayakta alkışlanacak çevirmeni Sevgili Rasim Emirosmanoğlu önerdi ilk kitap Silo’yu. Hadi alayım dedim. Hatta ikinci kitap Vardiya yeni çıkmıştı ve bana ısrarla “bunu da alın, nasıl olsa dayanamayacaksınız” demişti. Ama almamıştım o zaman. Çünkü geçerli sebebim vardı. O da şu: Bilimkurguya tutkum ve zaafım var. Ancak zevkten dört köşe okuduğum bilimkurgu yazarlarının nerdeyse hiçbiri artık yaşamıyor. Huxley, Asimov, Orwell, Bradbury ve canım cananım DNA. Ve ben her yeni bilimkurgu kitabına bir Hollywood şüphesiyle yaklaşıyor(d)um.

Kitabı ancak 2016 ekim ayında okuyabildim. O günden bugüne, yani serinin son kitabı TOZ elimde eriyip toz olana kadar da herkese Howey’i anlatmaktan geri durmadım.

Geçmiş sonsuza kadar yaşar.

Burada Howey hakkında yazmak için serinin tamamlanmasını bekledim. Nihayet bu yıl son kitap TOZ’la birlikte hikaye tamamlandı. Howey’in Silo (Wool) serisi, sürükleyici, heyecan verici, ince ince oya gibi işlenmiş detaylarıyla okumaktan öte yaşamaya değer. Huxley’in ustalığını, Orwell’in karanlığını, Asimov’un kıvraklığını ve hatta DNA’in yüksek zeka ürünü mizahını bir arada bulabiliyorsunuz seride. Ama en ilginci, belki de Howey’e has olanı, bir bilimkurgu-distopya yazarından beklenmeyecek optimist ve umut dolu hayata bakışı hissediyorsunuz. Howey, zaman zaman öyle sürprizler yapıyor ki kitabın içinde, sanki yaşamın derinliklerine dair bir felsefe kitabı okuduğunuzu zannediyorsunuz. Buyrun size bir örnek:

“Ardımızda bıraktığımız her bir ufak dokunuş ölümsüz. Hiç kimse onları görüp hatırlamasa bile bunun bir önemi yok. O iz her daim yaşananlardan, yaptıklarımızdan, kararlarımızdan müteşekkil olacak. Geçmiş sonsuza kadar yaşar. Bunu değiştirmenin yolu yok.”

Silo (Wool) – Vardiya (Shift) – Toz (Dust)

Kitapları iç sesimizle okuruz. Hani şu her daim peşimizi bırakmayan, günün her anında kafamızın arkasından bir yerden sürekli lafa karışan, beynimizi yiyen iç sesimizle. Sadece ama sadece kitap okurken iç sesimizi kontrol altına alabiliriz. Uyumu yakalarız. Eğer iç sesimiz okuduğumuz kitapla uyumlu değilse, o kitabı bir türlü okuyamayız. Benzer cümleler “ya okudum, ama hiç okumamış gibiyim, anlamamışım” kurarız. Aslına bakarsanız eğer bir kitabı iç sesiniz red ediyorsa verdiğiniz üç-beş şansa rağmen, o kitap sizi besleyecek kitap değildir. Size uymaz yani. Bestseller olsa, dünyayı kasıp kavursa bile. Bu yüzden “bestseller”lara inanmıyorum. Siz de inanmayın. İç sesinizin okuduğu, içinde kaybolduğu kitaplara sarılın. İşte böyle olunca, bazen hiç beklemediğiniz, aklınıza dahi gelmeyen bir anda, bir bilimkurgu kitabında bile, hayatınıza dair eşsiz cevaplar bulabilirsiniz. Kitap okumanın büyüleyici yanı da bu.

Hayatın anlamını çözmek gibi bir derde saplantı halinde kafayı takıp felsefe kitapları arasında kendini kaybetmekten öte heyecanlar da var kitaplarda. Burada “felsefe” okumayın demiyorum. Beyin kıvrımlarınızda rüzgarları dans ettiren olağanüstü felsefe kitapları da var. Ne demek istediğimi aslında siz çok iyi anladınız. 

İşte Howey’in Wool serisini okurken iç sesiniz keşiften keşife koşuyor. Kendinizi kaptırıyor ve olmadık bir cümlede ani fren yapıp ağzınız açık hayatınıza bakakalıyorsunuz. “Geçmiş sonsuza kadar yaşar” ya…

Kitabın konusuna detaylı girmeyeceğim. Bu konuda merak ediyorsanız google’da yapacağınız ufak bri “search” işinizi görür. Fakat bütün seriyi okuyup bitirdikten sonra, serinin en başında çok kısa yer alan, şerif Holston karakterini anmadan geçemeyeceğim. Asimov’un Sonsuzluğun Sonu kitabının baş kahramanı Harlan ile arasındaki içsel benzerlikler beni çok etkiledi. Sanki Asimov’un zamanında yazdığı o unutulmaz kahraman Harlan’ın çok uzun yıllar sonra yeniden vücut bulmuş hali gibi şerif Holston. Howey’in destansı kahramanları arasında belki de en unutulmazı. Eğer bir gün film olursa Wool serisi, -bununla ilgili muhtemel haberler de var- Holston karakterine hakettikleri güçte bir aktörle hayat vereceklerine eminim.

Kitabı, daha doğrusu seriyi bitirdikten sonra Howey’in okurlara teşekkür eden ve başta da belirttiğim gibi bir distopya yazarından beklenmeyecek derecede mütevazı ve umut dolu mesajı ise göz yaşartıp, burun sızlatıyor.

Teşekkür ve minnet.

Ben uzun zamandır bir bilimkurgu serisini böyle zor yutkunarak bitirmemiştim. Monokl Yayınlarının hayatımıza kattığı ve bizi ayrı bir düşünce dünyasına sürükleyen Hugh Howey’i yakın takipte kalacağız. Keşke, Howey’i Türkçe’ye ilk katıldığı yıl keşfetseydim ve Tüyap’a geldiğinde onunla tanışma fırsatını kaçırmasaydım. Tüyap minik minik yaralar açmaya devam ediyor içimde.

Howey’le tanışın. Hatta fuara çok az kaldı ve serinin üç kitabı bir arada Monokl’ın şahane indirimleriyle fuardan edinme fırsatını da kaçırmayın. Keşke Howey’i serinin son kitabını yayımladıktan sonra bir kez daha fuara getirebilirselerdi. Sanırım kuş olup uçardım İstanbul’a.

Keyfili okumalar.  

Share