Kendi jenerasyonumuz romancılarına yeteri kadar özen göstermediğimizi, okumadığımızı, okusak bile göz ucuyla burun kıvırarak ve eleştirmek üzere ‘göz gezdirdiğimizi’ düşünüyorum sıkça. Hoş, bu tavra neden olan ‘edebiyat’ adına fena halde ‘edebiyat’ yapan yazar taslakları da yok değil. Muhtemelen onlar neden bu duruma.
Ancak yine de seçmek, ayıklamak, okumak ve okuduktan sonra da eğriye eğri doğruya doğru söylemek gerek.
Yalnızlık Ölümden Çok’u elime aldığımda bir tavsiyenin sonucu, soru işaretleri ile adım attım kitaba. Ancak ilk bölümünde dayağımı yedim, oturdum. Suratıma koca kitapla atılmış tokatın kıpkırmızı iziyle indim metrodan, yürüyen merdivende yürüdüm ilk defa bir an önce temiz havaya kavuşmak için. Kalbim sıkıştı. Abartmıyorum.
Öfkeyi öfke gibi yazmak kolay iş değildir. Ufacık bir sözcükle çıkarsın şirazeden. Aşkı aşk gibi yazmak; eklemeden, çarpmadan, toplamadan olduğu gibi, sıradan yazmak çok zordur. Onur Orhan, öyle sıradan, öyle temiz yazmış ki..
Abartmadan, tüm doğallığıyla, sanki ben gibi, sanki sen gibi. İşin sırrı da burada herhalde.
Bu ‘baba’ meselesi değil sadece; bu, ‘başarısızlığını başkalarına yükleme’, ‘hayatını yeniden yoluna koymak için kafa yorma’, ‘gençmiş gibi aşık olup, işleri eline yüzüne bulaştırma’, ‘aklını yitirecek noktaya gelip gelip zorla kafanın için tutma’ ve çok daha fazlasının harmanlandığı bir meseleler kitabı.
Kitabı okurken beni tek zorlayan aşkını yaşayan adamın ‘saflığı, salaklığı’ oldu. Kadın okur olmanın verdiği cambazlık ve tecrübeyle hikayenin kadın kahramanına yüklenen anlamı biraz fazla buldum. Ama sadece biraz…
Onur Orhan’ın Yalnızlık Ölümden Çok’u okunduktan sonra rafa kaldırılıp unutulacak bir kitap değil. Okursanız unutmazsınız ve izi kalır.
NOT: Yazarın başka kitapları yokmuş henüz. Ama olacaktır elbet. Takipte kalmakta fayda var. Bu arada Fil Dergisi‘nde de yazıyor yazar. Güzel dergi. Keyifle okunuyor.
[…] Onur Orhan’ın ilk kitabı Yalnızlık Ölümden Çok’u okuduktan sonra iki satır hakkında yazmıştım. O zaman demiştim ki; “Öfkeyi öfke gibi […]