Sonbahar – Karl Ove Knausgaard

Karl Ove hayatıma kavgası ve babası ile davetsiz, bodoslama ve acımadan girdi. 6 ciltlik Kavgam’ın 5 cildi Türkçe’de şimdilik. Son (The End) için bir yıl daha beklememiz gerekecek. Türkçe’deki en yeni kitap Kavgam’ın 5. cildi Bahar Yağmurları (Some Rains Must Fall) hem Karl Ove okumalarımı hem de hayatla ilgili yazmalarımı alt üst etti. Kitabın orijinal adını “Some Rain Must Fall’u özellikle belirtiyorum. Türkçe ismi aslında çok da derdini anlatmıyor bana göre. Neyse, sonuçta Karl Ove Knausgaard’ın edebi kimliğinin etkileri ciddi anlamda beni dara soktu. Hala daha sarsılıyorum, düşündükçe.

Sonbahar, Karl Ove’un yeni serisinin ilk kitabı, böyle zordayken ve ürkmüşken geçti elime. Kavgam’dan farklı yeni bir serinin ilk kitabı. Dört çocuklu bir “baba”dan dört mevsim hayat kitapları. Sonbahar’ı Kış takip edecek çok kısa sürede. Kavgam okuru olarak Sonbahar’ı okuduğumda hem bildiğim Knausgaard’ı okumanın heyecanıyla coştum hem de yeni bir Karl Ove ile tanışmanın derin hazzını yaşadım. Beklediğimden farklı, bir o kadar anlamlı ve yenilikçi geldi bana.

Karl Ove ve onun kitapları hakkında yazdığım yazılar giderek daha derinleşmeye, Knausgaard’ı ilk kez Sonbahar’la tanıyanlar içinse anlamsızlaşmaya başlıyor diye hissediyorum. O ve O’nun yazdıkları hakkında bir cümleye başlarken, aslında o cümlenin ardında sayfalar olduğunu hatırlıyorum. Duraksıyorum. Lafı uzatma korkusu yaşıyorum. Karl Ove gibi lafı oya gibi işleyerek uzatamıyorum. Her detayı ince ince, içine işleye işleye okura hissettirmesi Karl Ove’un kolay kolay erişilemeyen ustalığı. Edebi başkalıklarından biri. Tıpkı büyüdüğü coğrafyanın tartışılmaz yazarı Knut Hamsun gibi… Açlık’ı okurken literal olarak karnımın guruldadığını, acı çektiğimi biliyorum. Karl Ove’da da aynı etkileme gücü var. 

Karl Ove, kavgasının ve babasının ardından, babalığıyla yazmaya yeniden başlamış Sonbahar’da. Hayatı tüm nezaketiyle çocuklarına aktarabilen bir baba olmanın peşinden koşuyor. Bunu yaparken de o çıplak, o aşikar Knausgaard olarak yazıyor. Bir obje, bir duygu, bir ressam, bir ses, bir tat… Ne ise attığı üst başlık onu ve onun peşine takılanları tertemiz yazıyor Sonbahar’da. Biraz tembel işi bir okuma şansı veriyor okura. Birbirinden bağımsız kısa kısa yazılar. Oysa bütünü yine kavgasına çıkıyor aslında. 

“Aşikar ve çıplak yazma”dan neyi kastettiğimi kitaptan bir alıntıyla örneklemek istiyorum. Karl Ove “portakal soymaktan” bahsediyor:

“Portakalın etiyle kabuğu arasına başparmağı sokabilmek için üzerinden bir parça kabuk ısırmanın, acılığın kısa bir süreliğine ağzın içine fışkırmasının, ardından kabuk inceyse minik parçalar halinde, kabuk kalınsa ve ete gevşekçe tutunmuşsa bir büyük parça halinde soymanın ritüelimsi bir yanı da var. Sanki ilkin bir tapınağın revakındayız, ardından içlerine doğru yavaşça ilerliyoruz, dişler orada ince, parlak zarı delip geçiyor ve meyve suyu ağzın içine akıp onu tatlılıkla dolduruyor. Hem gereken çaba hem de meyvenin gizli yapısı, yani erişilmez oluşu, alınan zevki artırıyor.”

—Sonbahar – Sayfa 21

Böylesi bir okumanın her okura ne kadar keyif vereceğini bilmiyorum ancak şunu biliyorum bunu, bu şekilde yazabilmek Karl Ove’un başarısı, yeteneği, olağanlığı ya da tekniği… Her ne derseniz işte. 

Knausgaard bu seriyle çocuklarına “hayatı” bırakmanın peşinde ve bunu yaparken de kendi kendisinin hayata tutunmaya devam etme çabasıyla yazdığının da farkında. Kendi hayatına “nazik” olmaya çalışıyor ve itiraf ediyor: “Sana dünyayı göstermek ufaklık, hayatımı yaşamaya değer kılıyor”. Kavgası’nın ona verdiği hasarı tamir ediyor babalığının Sonbahar’ıyla. Ve bunu en iyi yaptığını yaparak, “gerçeği, olanı, olduğu gibi” yazarak gerçekleştiriyor. Olması gerektiği gibi değil, kurallara uygun değil, standartlarla, akımlarla, tekniklerle uğraşmadan yazıyor. Van Gogh diyor sonra! Dile getirmese de doğrudan, edebiyatın “Van Gogh”u olduğunun çok farkında olarak. 

Van Gogh’la ilgili kurduğu şu iki cümleye bakın. Sadece baştaki Van Gogh yerine “Knausgaard” koysak, tam da Karl Ove’un edebiyat dünyasındaki aykırılığını ve tekliğini anlatıyor:

“Van Gogh teknikle savaşını kaybetmiştir, onun hafifliği başka bir türdür. Teknikten feragat ile başka bir şey kazanmış, dünyanın onu algılama biçimimizden etkilenmeden görünmesine meydan veren bir kayıtsızlık edinmiştir.”

—Sonbahar / Sayfa 142


Karl Ove’un Kavgam serisinin 5. kitabı Bahar Yağmurları’nı okumadıysanız bu “teknikle savaşı kaybetme” meselesinin derinlerini çok anlamanız mümkün değil. Ama Bahar Yağmurları’nı okuduysanız bu iki cümleye neden bu kadar yükseldiğimi anlayacaksınız. 

Knausgaard’ın edebiyat dünyasında benzersiz olan yeri sadece “otobiyografi” ya da daha moda bir tabirle “edebiyatın selfie’si” yazıyor olması değil. Yeni olan “olağan”lığıyla yazma-okuma deneyimi yaşatması. “Olağanın yeni ve benzersiz yazarı” unvanını özellikle bu son serisinin ilk kitabı Sonbahar’la iyice pekiştiriyor. 

Van Gogh hakkında Türkçe’de yazılmış en özel kitaplardan biri Ferit Edgü’nün “Van Gogh Yüz Yıl Sonra”sı. O kitapta Edgü’nün insana eşsiz bir düşleme arenası açan bir kaç cümlesi vardır: 

“Nietzsche’yi okumuş bir Van Gogh düşlüyorum.
Van Gogh’un resimlerini görmüş bir Nietzsche düşlüyorum. 
Baudelaire okumuş bir Van Gogh düşlüyorum.
Van Gogh’un resimlerini görmüş bir Baudelaire düşlüyorum. 
Yalnız, filozof, şair ve ressam değişmezdi. Şiir, felsefe ve resim de değişirdi.” 


—Van Gogh Yüz Yıl Sonra – Ferit Edgü / Sayfa 43

Knausgaard okumuş bir Van Gogh düşlesek mi? O zaman Monet kadar yaşayabilir miydi acaba Van Gogh da? Eğer o kadar yaşasaydı Van Gogh 1936’da ölecekti diyor Ferit Edgü kitapta (gerçi benim hesaplarıma göre 1939). Bu, benim “Yoko Ono hiç doğmasaydı ya da John’la yolları kesişmeseydi The Beatles ne olurdu? Müzik nasıl değişirdi?” kurgularım kadar anlamsız. Ama yine de düşlemeden edemiyor insan. 

Fakat en azından Van Gogh’un resimlerini görmüş bir Knausgaard okuma, onunla çağdaş olma ayrıcalığını yaşıyoruz. 


Sonbahar’ın şömizinde ve içinde olağanüstü resimler yer alıyor. Kapaktaki Van Gogh tuşelerine benzerlikse kitabı okuduktan sonra iyice yerleşti zihnimde. Resimlerin sanatçısı Vanessa Baird. Hoş Monokl, onlardan hiç beklemeyeceğim bir hata yaparak şömizin ön kapak kısmında sanatçının soyadını “Bird” yazmış. Editörün şömizi görmediğine eminim. Sanırım biraz aceleye geldi, mevsiminde kitabı yetiştirme telaşı ve elbette bizim bilemeyeceğimiz pek çok küçük aksilik bu duruma sebebiyet vermiş olabilir. Şömizin arka kapak kısmında ise doğru yazıyor sanatçının soyadı. Monokl’un yeni baskılarda bu hatayı düzelteceğine eminim. Vanessa Baird’in etkileyici çizimleri Sonbahar’a benzersiz bir güzellik katıyor.

Sonbahar’da yine Knausgaard’la buluşmak eşsiz bir deneyim oldu. Dünya kupası zamanı, yaz başı yaşadığımız “Evdeyken Deplasmanda” buluşması kesmemişti açıkçası. (Evdeyken Deplasmanda hakkında yazmadım, çünkü o kitap bir başkaydı benim için, paylaşmak istemedim hissettiklerimi çırılçıplak. Karl Ove kadar cesur değilim ben)

Karl Ove Knausgaard’ı henüz okumadıysanız “Sonbahar” tanışmak için nefis bir fırsat. Kavgam 6’yı bekliyorsanız zaten Sonbahar’ı okumuşsunuzdur ya da hemen sıradadır okuma listesinde. 

Uzunca bir yazı oldu, ancak Monokl Edebiyat’a Knausgaard’dan bizi mahrum bırakmadığı için tekrar tekrar teşekkür etmek gerekiyor. Sonbahar’ı Norveççe aslından çeviren Haydar Şahin’i, muhteşem editör Rasim Emirosmanoğlu’nu, düzeltiyi yapan Ayşegül Ergül Aslan’ı da unutmamak gerekir. Şu aralar yoğun şekilde bize “Kış”ı ve “The End”i hazırladıklarını ümit ediyorum. 

Share