April Yayıncılık’ın neredeyse dünyayla aynı anda çevirip, yayınladığı Vejetaryen’i okumamın üzerinden bir kaç kitap geçti. Ancak kitap hakkında bir türlü yazmaya fırsat bulamadım. Fakat ne olursa olsun, bana göre bu kitap, hakkında yazılmaya da okunmaya da değer. 

Han Kang ile ilk tanışıklığım pek çok Türk okur gibi çok ama çok yeni. Koreli bir kadın yazar olduğunu bile bile kitabı aldım. Kadın yazarlar konusunda ekstra bir seçiciliğim var, özellikle bana yeniliklerle gelebilecek yazarları okumaya özen gösteriyorum. Bu konudaki görüşlerimi biraz daha ayrıntılı olarak Ursula K. LeGuin’in Mülksüzler’ini tavsiye ederken yazmıştım.

Vejetaryen-Han Kang

Kitaba başladığımda ilk 10 sayfasını adeta yutar gibi okudum. Hatta heyecanlanıp, “vay canına kadının dili ne kadar boyutlu ve kıvrak” diye eşimi esir edip bazı bölümlerini yüksek sesle de okumuşluğum vardır. Sonralarında, özellikle kitabın ikinci bölümü olan Moğol Lekesi sayfalarında, kendime kızdım. Bir kitabı ikinci sayfasından kıvırıp bırakmak kolay da, ortasına gelmişken vazgeçmek yakışık almaz gibi geldi bana. Ama o sayfalarda bir kadın yazar okuduğumu buram buram hissettim. Sonra gelecek her cümleyi tahmin edip, şişerek okudum ne yalan söyleyeyim. Fakat büyük tokat kitabın son bölümündeymiş. Han Kang, öylesi kıvrak ve eşsiz bir kurguyla sizi yakalıyor ki, hakkında düşündükleriniz için yüzünüz kızarıyor. İnsan ve dahi kadın olmanın peşine takılan, varoluşun zaman zaman nasıl da anormalleşebildiğini gözler önüne seren üçüncü bölüm oldukça etkileyici. Kitabın üçüncü bölümünün ana kahramanı; beklenenin aksine “bir rüya görüp vejetaryan olmaya karar veren ve işi insan olmaktan vazgeçmeye vardıran” Yonğhe değil. Yonğhe’nin ablası. Sanki kitabın adı Vejetaryen değil de “Vejetaryen’in Ablası” olmalıymış dedirtecek kadar eşsiz bir idrak ve deneyimi gözler önüne seren özel bir bölüm. Etkilendim fena halde.

Sabretmeyi yaşamak sanıyoruz.

Başlıkta söylediğim “modüler roman” meselesini biraz daha açmak istiyorum. Han Kang kitabın sonuna düştüğü notlarda bu konuyu biraz anlatıyor aslında. Kitap, birbirinden bağımsız okunduğu zaman çokça anlam ifade eden etkileyici üç öyküden oluşuyor. Ancak bu üç öykü bir araya geldiğinde gümbür gümbür bir anormallikler romanına dönüşüyor. İlk bölüm ana kahraman vejetaryan olan Yonğhe üzerinden ilerleyen ve kitaba adını veren bölüm. Moğol Lekesi adını taşıyan ikinci bölümde ise Yonğhe’nin video artist olan eniştesinin, yani ablasının kocasının dünyasına dalıyoruz. Daha doğrusu bana göre pek de dalamıyoruz. Yani ben dalamadım. Karakterin erkekçe dünyasını tüm çıplaklığıyla anlatmaya çalışan Han Kang’ın burada biraz zorlandığını düşünüyorum. Üçüncü bölüm Alev Ağacı ise baş yapıt. Yonğhe’nin ablası. Daha fazla yazıp, kitabı okuyacakların tadını kaçırmak istemiyorum. Ancak Vejetaryen, modüler bir roman derken ne demek istediğimi sanırım anlamışsınızdır. Öykülerin birleştiğinde romana dönüşümü etkileyici. Romanların ayrı ayrı üçlemelerine alışkınız ancak bu analitik zekanın yaratıcılıkla buluştuğu çok özel bir örnek olmuş. Kıskanılacak kadar güzel.

Özellikle bu ödül konusuna fazla takılmamak gerek.

Han Kang’ın elleriyle ilgili yaşadığı sorun, bilgisayar klavyesini kullanamayacak kadar zorlanması ve sonrasında Alev Ağacı bölümünü, kalemin tersiyle tek tek klavye tuşlarına dokunarak bir oya gibi işlemesi de kendi yoğunluğunu katmış sanki kitaba. Azim ve inadın dokunuşlarını hissediyorsunuz kitapta.

Kitabın, 2016 yılında Man Booker ödülünü alması meselesinin magazin boyutunu, internette birazcık araştırarak rahatlıkla okuyabilirsiniz. Burada ismini zikretmekten hicap duyduğum bir hanım Türk’ün de jürisinde bulunduğu ödülü çok da ciddiye aldığımı söyleyemem. Bence bu kitabın okunma nedeni o ödül olmamalı.

Bunun yerine April’in orijinal Kore dilinden Göksel Türközü’ne yaptırdığı mükemmel çeviri daha anlamlı bana göre. Vejetaryen’i okuma planlarınıza bir şekilde alın derim. Pişman olmazsınız.

Share