Bilimkurgu benim okuma maceramda her zaman en üst sırada olmadı aslında. Olamadı demek daha doğru olur. Nitelikli ve gerçekten zevk alarak okuduğum sağlam bilimkurgu yazarlarının çoğu yaşamıyor artık. Yeni kitaplar da yazamıyorlar doğal olarak. Asimov, Huxley, Bradbury, Clarke, Douglas Noel Adams… İlk aklıma gelenler. Sonrasında bilimkurgu, Hollywood tarzı copy-paste’lerden öteye geçemedi kanımca.
Ama 2016, benim bilimkurgu (özellikle distopya) okuma maceram açısında muhteşem geçti diyebilirim. Bu nedenle 2016’nın son kitap yazısını, henüz bitirdiğim ve okurken keyiften dört köşe olduğum bir bilimkurgu kitabına ayırmak istedim. Üstelik yazar, bizden. Türk olması bir yana jenerasyondan. Bu ne büyük bir mutluluk.
Afşin Kum, leziz bir ilk romanla, Sevgili Alper Canıgüz’ün arka kapakta belirttiği gibi “dünya bilim kurgu literatürüne Türkiye’den bir armağan” göndermiş. Şanslıyız.
Başlıkta sözünü ettiğim Hugh Howey de jenerasyon. Onun Wool (Silo) serisi hakkında 2017’nin ilk aylarında yazacağım. Türkçe’de serinin ilk iki kitabı (Wool I-Silo, Wool II Shift-Vardiya) var, Monokl Yayınları’nın biz “seçici” bilim kurgu okurlarına hediyesi. Üçüncü kitap Wool III Dust (Toz) çeviri aşamasında.
Afşin Kum’un Sıcak Kafa’sı, hem kurgusu hem mekanları hem de sürükleyici diliyle insanı içine çekiveriyor. Nitelikli bir bilimkurgu (distopya) romanında olması gereken ne varsa kitapta bulabiliyorsunuz. Aşk bile var, tadında, dozunda. Fakat tüm bunların ötesinde, yine nitelikli bir bilimkurgu kitabının insanın hayatına katabileceği, üzerinde durup düşünebileceği, çıkarımlar yapabileceği cümlelerle de karşılaşıyorsunuz. Anlam üzerine söyledikleri/yazdıkları mesela:
“Yaşadığımız hayata bir anlam bulmak konusundaki acınası çabamızın bizi canımızı feda etmeye götürmesinden daha zavallı bir durum düşünemiyorum. Bazılarına göre hayat, uğruna öleceğin bir şey varsa anlamlıdır. Ne kadar şiirsel! Peki uğruna öleceğin şeyin anlamını belirleyen şey ne? Onu da buldun diyelim, onu anlamlı kılan şey ne? Bu şekilde bir döngüye girersin ve sonunda varacağın yer anlamsızlıktır. Vatan için canını verirsin ama bakarsın ki aslında bir devletin sahiplerinin bazı ticaret yollarını elinde tutması falan gibi bir şey için ölmüşsündür. Devrim için canını verirsin ama eskisine rahmet okutacak bir takım zorbaların iktidarı ele geçirmesi için ölmüşsündür. Allah için canını verirsin ama her şeye gücü yeten bir varlığın neden senin canına ihtiyaç duyduğunu sorgulamayı kendine yasakladığın için ölmüşsündür aslında. Senin anlam sandığın, anlamanın bile isteye reddedilmesinden başka bir şey değildir.”
Sıcak Kafa’yı ilgi çekici kılan bir diğer mevzuu da hikayenin başkahramanının bir dilbilimci olması ve romanın kurgusundaki küresel salgın hastalığın “yerel dille” yani biricik Türkçemizle alakalı hali. Okudukça aşka gelip, kendinizi kaptırabilirsiniz. Bir ara hastalığın size bulaştığıyla ilgili sanrılara kapılmanız bile olası.
Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndekine benzer bilimkurgu temelli eşsiz mizahi üslubun Afşin Kum’un satırlarına bu kadar başarılı yansımasında editör Alper Canıgüz’ün de payı olabileceğini düşünüyorum.
Kitabın tamamına dair şahane bir özet yapan ve yine kitabın içinde geçen şu eşsiz cümleyi de buraya koymadan edemeyeceğim. İşin özeti tam da bu:
“Muhakeme muallakta, mamafih mevcudiyet muazzam.”
Benim Sıcak Kafa’m, kütüphanede Howey’in yanına yerleşti. Abileri, amcaları Asimov, Huxley, DNA son derece sıcak karşıladılar onları. Eli kalem tutan mühendis jenerasyonların yazdıklarını okuma hevesimiz dorukta. Devamı olacaktır umarım.
Sıcak Kafa’ya kendinizi denk getirin. Pişman olmayacaksınız.
Yorum Yapılmamış