Knusgaard – Kavgam (My Struggle) serisi ilk 3 

Noverçli Knausgaard’ın Kavgam (My Struggle) serisiyle dünya edebiyatını alt üst etmesi aslında çok da umrumda değil. Dünya edebiyatını alt üst ettiği iddia edilen her kitaba balıklama atladığım söylenemez. Ama Karl Ove okudukça beni alt üst ediyor. İşte bu benim asıl ilgilendiğim konu.

Kavgam serisinin ilk cildini okuduğumda en çok karşılaştığım duygu “öfke” olmuştu. Knausgaard’ın sansürsüz ve tüm samimiyetiyle yazdığı kendi kavgası, okudukça bende bir travmaya dönüşmüş ve merakın ötesinde ikinci doz ilaç saatinin gelmesini bekleyen bir hasta gibi serinin ikinci cildini beklemiştim. Aşık Bir Adam’ın gelişi biraz geç oldu. Ancak Monokl hassas çeviri süreçlerini özenle işlettiği için kitap 2016 başlarında elimize geçti. Knausgaard yazma biçimindeki çıplaklığını koruyordu ve Aşık Bir Adam’ı okudukça bir tek sözcük süzüldü Knausgaard’ın sözcük bulamacından: Utanç. Utanç içinde kaldım okudukça. Onu da anlatmıştım burada. 

Çocukluk Adası – Karl Ove Knausgaard

Kasım ayı geldiğinde Kavgam serisinin 3. cildi yani ilacın üçüncü dozu nihayet geldi: Çocukluk Adası (Boyhood Island). Karl Ove’un çocukluğunu, babasını ve babasının öfkesini ve dahi babasına duyduğu nefreti ve hayranlığı delik deşik ettiği satırlar:

“Önden bir uyarı yoktu. Birdenbire öfkeyle karşıma çıkıyordu. Bana vurmasının önemi yoktu, kulağımı çekmesi, kolumu bükmesi, suçumu göstermek için beni sürükleyip götürmesi aynı ölçüde kötüydü, acıdan korkmuyordum; ondan, sesinden, yüzünden, bedeninden, o bedenden yükselen öfkeden korkuyordum ve bu korku hiçbir zaman yakamı bırakmıyordu, tüm çocukluğum boyunca her gün benimleydi.”

Kucağımdaki kitabın ağırlığı belki de milyonlarca katına ulaştı. Knausgaard’ın şimdiye kadar okuduğum kitapları içindeki en yavaş ve en zor okunanı olma unvanını ele geçirdi. Bunun nedeni kitabın dili ya da Knausgaard’ın zorlayan uzun cümleleri ya da çeviri değildi ama bundan emindim, zorlanıyordum okurken.

“Sürekli korktuğumuz bu adamla birlikte yaşamamızın sorumlusu annem değil miydi?”

Üç-beş sayfada bir insan kendi çocukluğununun unuttuğu yerleriyle yeniden karşılaşıyor. Kendi çocukluk fotoğraflarını kurcalamak için dayanılmaz bir istek duyuyor. Hafızada çocukluk denince insanın aklına ilk gelen, güzel ve neşeli anıların yerine, derinlerden, diplerden unutulmaya yüz tutmuş olanları bulup çıkartıyor Knausgaard. Sonra siz, kucağınızda dünyanın belki de en ağır kitabının üstüne eklenen ağır çocukluk anılarıyla baş başa kalıyorsunuz.

Bu kitabın süzülen sözcüğü ise “hüzün”. Katıksız, abartısız, felaketsiz hüzün. Su üstünde görünen neşeli ve güzel çocukluk anılarını bulandırıp, diplerdeki kırık gözyaşlarını ortaya çıkaran en zor Knasugaard kitabı (tabi şimdiye kadar okuduklarım arasında). Kitabın 4. cildi Dancing in the Dark’ı bekliyorum. 6 dozluk bu kürün sonunda Knausgaard’ın da katkısıyla hafıza terbiyemi tamamlayacağımı düşünüyorum. 

Edebiyat çevrelerinin Knaugaard’ı böylesi önemli bir yere koymalarının nedeni, kurguya karşı açmış olduğu savaş olabilir. Aşık Bir Adam’da kurguyla ilgili yazdıkları onun Kavgam serisini hayata geçirme konusunda ne kadar keskin ve inançlı olduğunun göstergesi:

“Böyle yazamazdım, olmazdı, her cümle şu düşünceyle karşılaşıyordu: Ama bunu uyduruyorsun. Bir değeri yok. Değerli gördüğüm, hala anlamlı bulduğum yazı türleri yalnızca günlükler ve denemelerdi, anlatıya bulaşmayan, bir konuyla ilgilenmeyen, Yalnızca bir sesten oluşan, kişinin kendi sesinden oluşan, bir yaşam, bir yüz, bakabileceğiniz bir çift göz. Sanat başka birinin bakışları değilse nedir? Yukarımıza, aşağımıza değil, dosdoğru gözlerimize bakan. Sanat topluca yaşanamaz, hiçbir şey böyle yaşanamaz, sanat baş başa kalınan bir şeydir. Onun bakışlarına yalnız karşılık verirsin.”

Yine aynı kitapta altını çizdiğim bir başka cümlede ise yaşadıklarımızın ne denli aynılaştığını anlatıyordu Knausgaard:

“Yaşadığımız yüzyılda rüyalarımız bile aynı, rüyalarımızı bile satıyoruz. Eşit değerde demek, önemsiz demenin sadece bir başka yolu. Gecemiz işte buradadır.”

Kurguya karşı Knausgaard.

Gündüze çıkaran ve taşları yerine oturtan ise Çocukluk Adası oldu benim Knausgaard’la yaşadığım maceramda. Norveçli edebiyatçıların çevirmeni Damion Searls’ün dediği gibi Knausgaard’ın “pure prose”si (saf nesiri) ile yaptığı hafıza terapisi, aydınlığa “yol” açtı. Fener tuttu. Elbette neredeyse jenerasyon olmamız ve Norveç aile yapısının Türk aile yapısına yakınlığı da bu süreçte etken.

Bence edebiyat çevrelerinin yanında günümüzde giderek artan “kendini keşfetme, kendini tanıma, bulma” söylemleri etrafında dönen terapistlerin de dikkatini çekmeli Knausgaard’ın bu eşsiz serisi. Knausgaard babasının ölümünün ardından kendini tedavi/terapi sürecini olağanüstü yeteneğiyle, dünyayı da buna ortak ederek tamamlarken, kurtardığı hayatlar, tedavi ettiği yaşamlarla da iz bırakacak. Bence Guardian’ın “yüzyılın edebiyat olayı” demesinin altında yatan şey de bu.

Bir çocuk hayal ediyorum. 13-14 yaşlarında Knausgaard’ın Çocukluk Adası’nı okumuş. Kendi dünyasıyla bu kitabın dünyası arasında gereken bağlantıları kurabilmiş ve kendi yaşam örgüsüne gerektiği yerde bu kitaptan ilmekler atmaya başlamış… Vay canına! Eğer o yaşlarda bir oğlum olsaydı mutlaka okumasını sağlardım bu kitabı. 

Belki de Knausgaard’ın edebi anlamda bu yetkinliğe ulaşmasını sağlayan henüz 10 yaşındayken okuduğu Ursula K. LeGuin olabilir öyle değil mi?

Dancing in the Dark’ın İngilizcesini alıp okumamak için kendimle ciddi bir mücadele halindeyim. 4. dozu isteyen hasta gibi ara ara yoksunluk çekeceğimi biliyorum. Ancak Monokl Edebiyat’ın özenli çevirisinden okumanın en doğrusu olduğunu da biliyorum. Sabırsızlıkla bekleyeceğim. Onların da çok bekletmeyeceğini düşünüyorum.

Hala Knausgaard’la tanışmadıysanız, ilk kitapla hemen başlayın. 2017 yılını kendinize ayırın. 

Share