Bu kitaba denk gelme, unutma, sonra bir gün yine karşılaşma ve en sonunda ona teslim olma maceram aslında küçük çaplı bir hikaye olur. Ancak ben kısa kesmeye çalışacağım. Bu kitaba, Twitter’ın efsane hesaplarından biri olan ve takip etmekten keyif aldığım sevgili Frank’in (@frengiconstanza) hesabında rastladım. Frank, her zamanki tarzıyla bir tweet atmış ve bu kitabı okumayanların anneleri hakkında ilginç tespitlerde bulunmuştu 🙂
(Burada ufak bir hatırlatma, eğer Frank’i takip ederseniz ki edin derim (+18) bir hesap olduğunu unutmayın.) Okunacaklar, daha doğrusu araştırılacaklar arasına not aldım kitabı ama unuttum. Geçenlerde kitap siparişi verirken denk gelince affetmedim. Aldım ve soluk soluğa okudum. İyi ki de okumuşum. Frank hakkında öyle şeyler öğrendim ki! Burada bahsettiğim Frank, kitabın kahramanı aslında. Bizim Twitter Frank’i kastetmiyorum. Ama insan ister istemez özdeşleştiriyor. Eyvah ki ne eyvah! (Kitabı okuyanlar ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaklar.
Bir ara Frank’in Twitter takma adını Frank Cauldhame olarak değiştirmesi şüphelerimi fena halde halde pekiştirdi.)
Kitaba gelirsek. Eşekarısı Fabrikası Iain Banks’in aslında ilk romanı. Belki de bugüne kadar okuduğum en iyi ilk roman. Banks, yola bilim kurgu yazmak için çıkmış, ancak defalarca geri çevrilen dosyalarından sonra The Wasp Factory’yi yani Eşekarısı Fabrikası’nı yazmış ve onun da biz okurların da hayatı değişmiş.
Hikaye İskoçya’da geçiyor. Ana kahramanları üç adam aslında. 16-17 yaşlarında Frank, akıl hastanesinden kaçan bir zamanların parlak çocuğu Frank’in ağabeyi Eric ve çok acayip bir adam olan eski hippi Frank’ın babası. Hikayede majör bir rolü olmasa da Frank’in annesinin tarzı beni çok etkiledi bu arada.
Kitabın kapağında The Independent alıntısı “Yüzyılın en iyi 100 romanından biri” yazıyor. Arka kapağında ise Daily Express’den “Bu kitabı okumak cesaret ister” alıntısına rastlıyorsunuz. Bu ikisi birleşince “hadi canım, ne olabilir ki?” diye küçük görmeye kalkmayın sakın, Frank çarpar.
Iain Banks, mükemmel kurgulanmış, psiko-gerilimin en müstesna satırlarını yazarken, hayata dair, göz kamaştırıcı ve düşündürücü lafları da aralara ustaca sıkıştırmış. Mesela, kitabın hiç olmadık yerinde insanın karşısına çıkan ve “kadın benliği”ni tanımlamakta kullandığı sözleri çok etkileyici.
“Ve öyle sanıyorum ki Eric içindeki o bir parçacık kadın benliğinin kurbanı oldu. O hassasiyet, insanları incitme arzusu, unutmayan zekası – tüm bu özellikleri onun çoğu zaman bir kadın gibi düşünmesindendi.”
Eşekarısı Fabrikası düzeneğinin ihtişamında Frank’in iç konuşmaları ise zaman zaman ürpertici, zaman zaman çok derin ve üzerinde belki günler harcanabilecek ağırlıkta:
“Hepimiz kendi kişisel Fabrikalarımızın bir koridorunda tökezlediğimize, kaderimizin mühürlendiğine ve bunun kesin olduğuna (hayal ya da kabus, monoton ya da tuhaf, iyi ya da kötü) inanabiliriz ancak bir söz, bir bakış, bir dil sürçmesi -onu değiştirebilecek, tamamen başka bir şeye dönüştürebilecek herhangi bir şey- yüzünden mermerimiz bir bataklığa, labirentimiz altın bir yola dönüşür. Kaderimiz sonunda hep aynıdır, fakat -kısmen seçimlerimizle şekillenen kısmen önceden belirli olan- yolculuğumuz hepimiz için farklıdır.”
Banks, romanda tüm çocukların “masumiyeti”ni de oldukça sert sorguluyor ve sorgulatıyor. Şiddetin boyutları inanın tahminlerinizin ötesine geçebiliyor zaman zaman. Frank’in hayal gücü, fantezi ufku göz kamaştırıyor. Zorlandığınız satırlar olabiliyor. Bazı yazarları okurken zorlandığımı sıkılmadan ifade ederim. Bunların başında Sade ve Bukowski geliyor. Sade’ı literal olarak kusa kusa okuduğumu bilirim. Bukowski’yi ise her okuduğumda suratımı sivilce basıyor. Banks bu kitabıyla beni fena halde zorlayan yazarlar listesine 3. sıradan kesin giriş yaptı diyebilirim. Evet, kitabı okumak cesaret istiyormuş.
Eğer bu yazıyı sabredip okuduysanız sonuna kadar, şunu da bilmenizde büyük fayda var. Sakın ola, meraklanıp ve dayanamayıp kitabın son sayfalarına göz atmayın. Size bu kitabın sonunu anlatmaya kalkan biri olursa onunla görüşmeyin. Bir zamanlar Nicole Kidman’ın oynadığı The Others filminin sonunun önceden söylenmesinden bile daha kötü etki bırakır üstünüzde. Son 20 sayfayı okurken bir yerlere oturun ya da tutunun. (İyi ki kitabı okumadan önce Google araması yapıp Ekşi Sözlük’te kitabın sonunu ifşa eden o entry’yi görmedim. Fena halde yaygara koparırdım. Okumayan bakmasın. Yazık!)
Sürprizleri, dehşeti, fantezisi, fena sayılmayan çevirisi ile Eşekarısı Fabrikası okunmaya hatta bir kaç kez okunmaya değer.
NOT: Filmi var mı diye aradım taradım kötü bir öğrenci projesinden bir başka şeye rastlamadım. Ne film olur ama!
2. NOT: İnternette araştırırken harika bir işe rastladım. Kitabın eski ve yeni çevirilerinin karşılaştırmasına ilişkin nefis bir analiz yapılmış. Çevirmenlerin hakkı verilmiş. İnce iş. Okumak isterseniz ve ilginizi çekerse burayı tıklayabilirsiniz.
Yorum Yapılmamış