Pireler Terketmeden – Kaan Koç

Doğrusu bu ya, Türk şiirinin yeni nesil benzersiz kalemi “Şair” Kaan Koç’un “devcileyin” bir yazara dönüştüğüne tanıklık ettiğimi hiç fark etmemişim onca zamandır. Şiir kitaplarını ve söylenme kitabını kenara koyalım, dergilerde yazdığı yazılarını okurken, kimiyle cellalenip kimiyle derin derin düşüncelere dalarken anlamamışım olan biteni. İyi ki İthaki Yayınları bu işe el atmış da, Kaan Koç’un farklı zamanlarda farklı dergilerde yayımlanan düzyazılarından özel bir derleme basmış. Pireler Terketmeden, Kaan Koç’un ilk düzyazı kitabı ve her türlü bahse varım son olmayacak. (Kafa Dergisi’nde son bir kaç aydır devam eden “İyiyim” serisini okuyanlar çok iyi anlayacaktır ne demek istediğimi, başımıza neler geleceğini.)

Akademie Der Künste, Atelier 2’de Beckett’in merdivenlerinde Kaan Koç

Kaan Koç’un düzyazı alemi hakkında bir şeyler söylemeden evvel yayınevi değişikliği ile ilgili iki çift lafım var. Bundan önceki şiir kitabı “Biraz Konuşmasak” ve söylenme kitabı “Gece Hapları” Altıkırkbeş etiketiyle çıkmıştı Kaan Koç’un. Altıkırkbeş yayınları Türkiye’deki yeraltı edebiyatının, bağımsız ve ayrışan önemli bir kalesi. Hep öyle başından beri ve iyi ki de var. Ancak, Altıkırkbeş’in ne yaparsa yapsın üstünden atamayacağı ya da atmak istemeyeceği bir “underground” etiketi var. Oysa Kaan Koç bu etiketle ölemeyecek kadar “universal” bir edebiyat adamı. Öyle ki Berlin’deki Akademie Der Künste’nin geçtiğimiz yıl koca Avrupa’daki 6 ülkeden sadece 11 sanatçıya gönderdiği burslu davetin muhatabı oldu Kaan Koç. Türkiye’den Akademie Der Künste’ye çağrılan ilk Türk şair. Mütevazı kimliği ve beyefendiliği gereği bu “seçilmişliği”, sadece bir vakitler dergide yazdığı En Attendant Beckett başlıklı yazısında hissettiriyor, söylemiyor bile.

“ Akademi’de Atelier 2 isimli stüdyo, Beckett’in odası burası. Şanslıyım. Çıplak ayaklarla alt kata inip bu yazıyı yazdığım masada Beckett de oturmuş. Ya da az önce indiğim taş merdivenlerin başında o da durmuş. Tam şurada bir fotoğrafı var; bir adım geri, biraz yana, işte tam burada durmuş. Taşlar hala biraz sıcak. Aradan onlarca yıl geçse de bazı taşlar hep biraz sıcak kalıyor.”

Yazının tamamı Pireler Terketmeden seçkisine alınmış. Biz de şanslıyız yani.

Şimdi biraz da bu Kaan Koç düzyazı seçkisinin niye bu kadar önemli ve eşsiz olduğundan bahsetmek istiyorum. Şair Kaan Koç’u bilir misiniz bilmem. Ama bilmiyorsanız da muhakkak tanışmanız gerekiyor derim. Bu Kaan Koç’un değil sizin faydanıza olur daha çok. Bizim jenerasyonumuzun, devrimizin çokça Süreya’sı, biraz Can Yücel’i, diyecek kadar iddialı konuşuyorum bu şair hakkında. “Şiir sevişmektir, bir kere tadınız” diyecek kadar alim, “atlara söyleyin, şiirlere konmasınlar” diyecek kadar cesur… 

Biraz Konuşmasak – Son Söz’den… O devrim oluyor her birimizde.

Şiir müennestir, yani dişildir. Şair kendini doğurur her dizede. Kaan Koç’un şiirinde de zaman zaman kan kokan, zaman zaman zerafetiyle büyüleyen dişilliği görürsünüz. Düzyazı ise müzekkerdir, yani eril. Daha köşelidir. Cümleler alır dizelerin yerini. Başlar ve biter her cümlede. Düzyazıya dişil zerafeti katmak öyle kolay iş değildir bana göre. Saramago gibi akıp giden zarif cümleler, Knausgaard gibi okurken iç sesini vakumlayan köşeli ifadeler her vakit karşımıza çıkmaz. Bu dişil ve eril iki kalemin bir sayfada aşkla kavuşmaları ise doyumsuz bir tatmin verir okura. Mesela aklıma gelen ilk örnek Emile Ajar yani Romain Gary. Onca Yoksulluk Varken’de yakaladığı şiirsel ruh, düzyazıyla birleşip unutulmaz bir romana dönüşmüştü. Doyumsuzdur, okuyun illa hayatınızın bir döneminde.

İşte Pireler Terketmeden’de müennes ve müzekker birleşip muazzamı doğurmuş. 

Kaan Koç, “Biraz Konuşmasak” şiir kitabının girişindeki Son Söz’de az da olsa bu işin sinyallerini vermişti. Gece Hapları isimli söylenme kitabında ise şiirle düzyazının aleni flörtüne tanıklık ettik. Şiir düzyazıya nazlanırken, düzyazı şiire kur yapıyordu Gece Hapları’nda.

Bahsettiğim flörtün ayan beyan karşılığı burada işte.
Gece Hapları – Kaan Koç

Fakat Kaan Koç, avaz avaz olmasa bile yine de “şair” olduğunu öncülleyen bir dil tutturmuştu Gece Hapları’nda. Oysa Pireler Terketmeden’deki yazılarını bir kitap halinde, topluca okuyunca anlıyor insan, nasıl da ince ince yürütmüş şiir ile düzyazının çöpçatanlığını.

Pireler Terketmeden’in içindeki yazıları arka arkaya okuduğunuzda “yazar” Kaan Koç marifeti sonucu şiir ve düzyazının nasıl aşkla birleştiğini birden farkediyorsunuz. “Şiir beni öldürecek” dediğini hatılıyorum şairin bir yerlerde bir konuşmasında, sonra hatırlıyorum yine Gece Hapları’nda “Tükenmek için yazıyorum fakat yazdıkça tükenemiyorum.” diye kayda geçtiğini. Demek bundanmış, şiirle düzyazı aşkla kavuşuyor ve doğuruyormuş. Ondan tükenemiyormuş. Belki kendisi de bu sayede derdinin dert olmadığını, şifalı ve doğuran bir kaleme sahip olduğunu fark eder.

Kitaba adını veren Pireler Terketmeden son hikaye. Benim diyenin burnunu sızlatacak cinsten bir son. Ancak buraya beni kitapta çok etkileyen bir başka kısa bölümü “Her Şey” başlıklı yazıdan alıntılamak istiyorum

“Söylemiştim, kötü bir huyum var. Oyunları izlemekten zevk alırım. Talihsiz haber; bu yeteneği kendimi kobay ederek kazandım. 

‘kötü hissetmek: kimseler, arkadaşlar, herkesler
henüz kusursuz tek saniye düşünemedim’

Size bu işin inceliklerini anlatacak değilim, onu bekleyen varsa elveda. Ama yine de biraz daha canlı hissedebilmeniz için bir iki tüyo verebilirim. Birinci kural, size şimdiye dek öğretilen her şeyin tam tersine bakar; görünmez olmalısınız. Biliyorum bu kulağa aptalca gelecek ama bunu başarmak için hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Bir şey beklemeyin, bir şey dilemeyin, ayakkabılarınızdan bile vazgeçin. Kalıbımı basarım en zoru budur işte; hiçbir şey istemeyecek kadar aptal olmak. Ama yılmayın, zekanın kesik bir çember olduğunu düşünüyorum. Aptallıkla deha ara sıra birbirine değip yer değiştirir. Israr edin görünmezlikte, ne dediğimi anlayacaksınız. Görünmezliğin neden böyle önemli olduğunu biraz düşünürseniz bulursunuz ama yine de yazayım. Zaten insanlar yazıları da bu yüzden okur; onların yerine bir başkası düşünüp bütün meseleyi bulmuştur diye. Hemen kızmayın, çamaşır suyu almak için markete gidince onu rafta, hazırlanmış sizi beklerken görmeyi istemek gibi bir şey bu; içmek ya da yere dökmektir asıl mevzu, size kalmış.”

Oysa Pessoa, hiçbir şey istememek güç sahibi olmak anlamına gelir derdi. Hangisi haklı? Kaan Koç mu Pessoa mı?

Görünmezliğin neden önemli olduğu sorusunun yanıtı kitapta. Altını çizdiğim her satırı alıntılamaya kalksam, bir kaç istisna hariç neredeyse tüm kitabı koymam gerekir buraya. Sözünü ettiğim bir kaç istisna ise, kayda geçmek için yazılmış yazılar. Gündeme dair söylenecek sözlerin şairce söylenmiş halleri diyelim onlara. Pireler Terketmeden’in bünyesine çok uymadığını düşünüyorum bir kaçının. Ama olsun. Onlar da bizim inanışımıza göre nazarlık değil mi!

Biz Kaan Koç’u şair bilirdik. Meğer o, devrimizin gördüğü en edebi çöpçatanmış. Şiirle düzyazıyı halvet etmiş, ilk yavrularını da kucağımıza bırakıvermiş. En az üç yavru diyenlere inat, onüçler, yirmiüçler bekliyoruz bu aşktan. İthaki Yayınları’nın bu konuda göstereceği çabadan kuşku duymayalım isterim bir okur olarak. Ayrıca bu düzyazıların bazılarının da İngilizce’ye çevirisi yapılarak yurtdışı kaynaklara girmesini istemek de bir okur olarak hakkımız diye düşünüyorum. Buradan yayıncıya selam olsun.

Pireler Terketmeden, şiirle düzyazının, yani devlerin aşkının ilk meyvesi. Dahasını bekliyoruz.

İyi ki varsın Kaan Koç.
Sen durma hep yaz.

Share