Pardon! Öyle zor zamanlardan geçiyoruz ki. Hem bireysel hem de toplumsal tarihimizin en acı, en zorlayıcı, en yıpratıcı süreçleri yaşanıyor gözümüzün önünde. Vicdanlarımız hiç rahat değil. Çoğumuz “suskun” kalmanın altında eziliyor ve kaygılanıyoruz. Sadece Güneydoğu’da yaşananlardan da söz etmiyorum. Hayatın her alanında, hatta İstanbul’da yaşıyorsanız günün her an’ında vicdanımızla karşı karşıya kalıyoruz.
Suç, ceza, af, adalet hatta ilahi adalet sözcüklerini günde kaç kere kullandığınıza, düşündüğünüze, aklınızdan geçirdiğinize ya da okuduğunuza bir baksanıza.
Derrida’nın “Bağışlamak” kitabının ilk önce arka kapağı beni yerle yeksan etti. Arka kapaktaki Derrida’nın Jankelevitch’e yazılmış mektuptan yaptığı alıntıyı okuyunca muhtemel siz de etkileneceksiniz.
“Ben Yahudi öldürmedim. Alman olarak doğmak benim ne kabahatim ne de meziyetim. Benden izin isteyen olmadı [böylece birden bizi artık terk etmeyecek o soru, bir bizin ve ‘hangi biz’in mirasına, soykütüğüne, kollektifliğine dayalı suçluluk ya da bağışlama gibi devasa bir soru da sorulmuş oldu]. Nazi suçları konusunda tamamen masumum; ama bu beni pek teselli etmiyor. Vicdanım rahat değil ve utanç, acıma, tevekkül, hüzün, kuşku, isyan karışımı bir şeyler hissediyorum.
Hala uykularım kaçıyor.
Sıklıkla bütün gece uyanık kalıyorum ve düşünüyorum, hayal ediyorum. Yakamı sıyıramadığım kabuslarım var. ANNE FRANK’ı, AUSCHWITZ’i, TODESFUGE’yi ve NUIT ET BROUILLARD’ı düşünüyorum: Der Tod ist ein Meister aus Deutschland. [Ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır.]”
Bu arka kapağı ilk okuduğumda “yarın bizim de yakamızı sıyıramadığımız kabuslarımız olacak” diye düşündüm. Ve bağışlanıp bağışlanamayacağımızı merak etmeye başladım. Affetmek, af dilemek, bağışlamak ya da bağışlanmak, zaman aşımına uğramayan suçlar, insanlığa karşı işlenen suçlar üzerine derlenmiş ve her felsefe kitabında olduğu gibi daha çok kafa karıştıran bu kitabı okumaya karar verdim.
Jankelevitch bu konuda çok keskin. Telafi edilemez, onarılamaz olanın “bağışlanması olanaksız”dır diyor. Ona göre suç çok ağır olduğunda, radikal kötülük ya da insani olan çizgisini aştığında artık bağışlama söz konusu olamaz. Bu noktaya gelindiğinde başka sorular da devreye giriyor. Kim kimi bağışlayabilir? Kurbanlar adına bağışlama mümkün olabilir mi? Devletin ya da yönetenlerin, mesela kralın affetme yetkisi ne derece olanaklıdır? Bağışlanmak için bağışlanmayı istemek yani af dilemek gerekli midir? Bağışlamak, suç-ceza sistemine meydan okuma mıdır? Derrida, Jankelevitch’le girdiği polemikler sayesinde oldukça ufuk açıcı bir “bağışlamak” semineri koymuş önümüze.
Felsefe okurluğu konusunda çok engin tecrübelerim yok. Ancak “Bağışlamak”; özellikle yaşadığımız şu süreçte, aklımızdaki bazı sorulara yanıt olacak, bazı konularda ise kafamızı daha da karıştırıp “insan” gibi düşünmemizi sağlayacak bir kitap.
Tavsiyedir.
Yorum Yapılmamış