Taksim Bahçesi – Murat Arda

Hangimiz özlemedik o Haziran’daki Taksim Bahçesi’ni? 

Çok yakın tarihimizin en destansı zamanlarını, 2013 Haziranı’nı okumak, unutmamak, unutturmamak o kadar önemli ve değerli ki. Murat Arda’nın Taksim Bahçesi’ni bu yüzden okumak farz bir kere (edebiyatı, fanteziyi, dili, üslubu okuma nedeni olarak ayrı anlatacağım). Yaşadığımız o eşsiz “çok yakın tarihi” zihnimizde yeniden diriltecek, kalbimizin tekrar hızlı atmasına sebep olacak bir şaheser bir zamane kitabı bu. Benim özlemime ilaç, ruhuma merhem oldun sen çok yaşa Murat Arda. 

Kitabı okuduktan sonra gidin bir daha bakın bu okçulara.

Yazıya bir coşkuyla başladım, çünkü kitap taze bitti ve soğumadan paylaşmak, anlatmak için dayanılmaz bir istek duydum. Taksim Meydanı’nda üzerimize doğrultulmuş oklarıyla dev okçu biblolarını(!) görünce etrafta karatavuk var mı diye aranmaya başladım. Çünkü Taksim Bahçesi’nde 1900’lerin başlarında dolaşan karatavuklardan birinin On İki Ulusun Yüce Kralı Abdullah olabileceğini kitaptan öğrenmiştim. Alimallah okçuların okları ona doğruysa halimiz nice olurdu? Kitabı okumayanların şu son iki cümleden hiçbir şey anlamamaları normal. Ama ben de bu cümleleri anlamak için dayanılmaz bir istek duyup kitabı okumanızı sağlamak istiyorum aslında.

Tamam, sadede gelelim.

“Tarih çok zevkli lan!”

Murat Arda kitapta ediyor bu lafı. Bence duvara poster yapıp asmak lazım.

İnce ince işlemiş kitabı Murat Arda.

Tarih çok zevkli ve Murat Arda gözünün nurunu dökmüş belli bu kitaba. İnce ince işlemiş, her detayı aramış, araştırmış, bulmuş çıkarmış, kimi zaman pullu payetli dokumuş kimi zaman hasır çuval üzerine iğnelemiş. 1900’lerin başındaki İstanbul Taksim Bahçesi’yle 2013 Haziran’ının Taksim Gezi Parkı arasında öyle bir köprü kurmuş ki, varsın gaz fişekleri beyinlerdeki köprüleri infilak ettirsin. Murat Arda ilmek ilmek dokumuş o köprüyü, işlemiş, süslemiş, telli duvaklı gelin etmiş. 

Kitap, fantastik tarafından bakınca bir zamanda yolculuk hikayesi. 2013 Taksim’indeki baş kahramanın, bir vesileyle zamanda yolculuk yapıp 1920’lerin Taksim Bahçesi’ne konması hikayenin ana çatısını oluşturuyor. Lakin 2013’ün Taksim’inde olan bitenlerle, o zamanların Taksim’inde yaşananlar, tarihi gerçekler, nasıl da birbirlerine nazire yaparcasına zorluyor Taksim Bahçesi ahalisini, şaşırıp kalıyorsunuz. Kahramanımız, 2013’lerin kostümüyle zamanın o dilimine konsa da Taksim Bahçesi’nin dostları, dostlukları, mavraları, muhabbetleri, acıları, çığlıkları ve tabi ki aşkları yine güzel, yine çiçek. Kahraman Erkin’in; az yakın tarihten kadim dostları Kerovpe baba, malumatçı Necmi, Aram, Mıgırdiç, Paramaz gönülleri fethederken, çok yakın tarihteki eşlikçileri ise bir başka ısıtıyor insanın kalbini. Alıntı yapmak istiyorum kitaptan ama büyü bozulacak diye endişe ediyorum.

Boğazım düğümlendi, içimde bir ateş yanıverdi, yeniden.

Ah felek kahpe felek deyip, kendimi tutamayarak kitabın duygusal tonuna gelmek istiyorum. Bir kere kitabı kahkahalar atarak okuyorsunuz. Çok eğlenceli, çok neşeli, bir karnaval, bir festival tadında akıp gidiyor satırlar. Lakin ara ara esameleri okunmasa da aklınıza düşüveriyor; Ali İsmail’in o güzel gülüşü, Abdullah’ın kahkahası, Berkin’in kalın kaşları ve çok daha fazlası. Ethem’in yere düştüğü o an gözünüzün önüne geliveriyor. Oysa onların esamesi yok kitabın içinde. Tuhaf değil mi? Değil aslında. Okuduğunuzda beni daha iyi anlayacaksınız. Ben şen şakrak kahkahalarla okuyup bitirirken kitabı, sonlara yakın bir paragrafta içim titredi, burnum sızladı. Murat Arda’dan af dileyerek yapıyorum buraya alıntıyı:

“Taksim Bahçesi, atalarımızın mabedidir. Orasını haysiyetsizlere değil, sizlere emanet etmek istiyorum. Siz, Olmuş Olanlar’a. Senin gibileri, hep doldurulan ama asla taşmayan kutsal kaseler gibi görüyorum; orayı ciğeri beş para etmeyen, kalpsiz, ruhsuz yaratıklara, sevgisiz sevişme mahsulü akortsuz varlıklara bırakmayın. Emanetimize sahip çıkın. Olmamışlara değil siz olmuş olanlara aittir Taksim Bahçesi. Türk, Ermeni, Rum, Kürt diye ayırmıyorum; Olmuş Olanlar bana göre tek bir millettir, o millet dünyayı daha güzel ve hayatı yaşanılır kılmaya çalışan Olmuş Olanlar milletidir. Biz garip Ölmüş Olanlar memleketi vatandaşları bunu sizlerden beklemekteyiz. Şöyle bir gerçeklik var. Yunanlar da Ermeniler de Türkler de birbirini öldürdü. Birbirimizin acılarını unutmamalıyız. Eğer unutursak tekrar tekrar öleceğiz. Ölüler ölür mü deme dostum, ölüyoruz. Birbirimize yaşattığımız acıları yok saymamalıyız ama tüm bunlara rağmen kindar olmamaya muvaffak olabiliriz diye düşünüyorum. Her neyse; ne diyordum? Bahçemiz sizindir.”

Taksim Bahçesi’nin dili, edebi yanı hakkında da bir kaç satır laf söylemek isterim. Murat Arda’nın dili kolay değil. Zorlayıcı olduğu, okurken insanın zaman zaman takılı kaldığı uzun cümleler anlık kopuşlarınıza neden oluyor. Ama kopmayın. Koparsanız üzülürsünüz. Alışıyorsunuz zaten, ilk temas zorluyor o kadar. Çok az acıyor valla, geçiyor hemen. Uf olmuş gibi. Yazının başlığında “çok yakın” tarihle “az yakın” tarihin fantastik aşkı demiştim ya, hah, o zaman zaman her iki tarihin erotik hatta pornografik aşkına dönüşüyor. Murat Arda sokağın getirdiği ağzı olanca çıplaklığıyla yazıyor. Biraz “leş”, biraz “kokulu”, biraz “mide üzen” cinsten. Ama emin olun Marquis de Sade kadar değil. Ne kadar doğru bilmiyorum ama benim tabirimle edebiyattaki bu “leş” yazma biçimi çok kolay başarılabilir bir şey değil. Görmeye, bakmaya hayatta tahammül edemeyeceğiniz bir şeyi size okutabilmek her yazarın kolaylıkla başarabileceği bir şey değil. Arda da bu konuda zorlanmış bazı bazı. Bunu hissediyorsunuz okurken. Ama size tavsiyem, koptuğunuz ya da içinizi bulandıran sayfalarda dayanıklı olun. Vazelin ve Pril karşımının vereceği acıyı tahayyül etmek gibi bir hataya düşmeyin. Kitabı okuyun. Ana konudan sapmayın. Sevgili Arda da bundan sonraki kitaplarında bu “leş” yazma konusunda çok çok daha ustalaşacaktır eminim.

Hepsi “gerçek”ten uydurulmuş; gaz kokulu, çilekli, kremalı, laternalı, tavernalı, diskolu, meyhaneli, şaraplı, esrarlı, rumlu, türklü, ermenili, semizotlu, karatavuklu, deniz gözlüklü, tencere kafalı, bisiklet kasklı, gülmeli ve ağlamalı Taksim Bahçesi’ni, Haziran ayında, tam da vakti gelmişken okuyun derim.

Share