Bu Karadağlı yazarı geçtiğimiz yıl Kıyamet kitabıyla tanıdım. Kıyamet’in kapağında Slovan Zizek’in dediği “Şayet bu dünyada adalet varsa, Kıyamet çok satar” sözünün başarılı bir tanıtım cümlesi olabileceği şüphesiyle de olsa almıştım kitabı. Hatta o zaman, kitap hakkında kısa bir tavsiye yazmıştım. Gazeteci-Yazar geçmişi olan Avrupa Birliği Edebiyat ödülünü almış, benim algıma göre genç yazar-adam Nikolaidis’in Kıyamet’inden etkilenmiş ama bunu yeterince itiraf etmemiştim. Oğul’un Türkçe’ye çevrildiğini duyduğumda elbette okuma sıramı alt üst ederek öne aldım. İyi ki de almışım.
Kıyamet’in kendine has dili, zaman-mekan gelgitleri Oğul’da biraz daha dingin ve hesaplı. Kıyamet’de insanın yüzüne yüzen çarpan “egoist” sözcüğü Oğul’da ağırlaşıp, agresifleşerek küfre dönüşüyor zaman zaman. Nikolaidis, evire çevire yazıyor, döndüre döndüre okutuyor.
“Tiksintimi idare edebilseydim, anladım ki her şey farklı olurdu.” diye başlıyor Oğul’un ilk sayfasında Nikolaidis. Önce anlam veremedim bu “tiksinti”ye. Neden tiksinmekten söz ediyordu. Birinden, bir yerden, hayattan? Kitabı okudukça çiğnemeden yutmaya kalktığım bazı cümleler, önce tiksintiye sonra bulantıya dönüştü bende de. Dönüp bir daha okuyup çiğneyerek yutmak gerekiyordu çoğu sayfayı. Mesela kitabın bir yerinde “yazar olmayı” o kadar basit ve sıradan tanımlamıştı ki… Anlamını kavradığımda sırtıma yaslanıp, bugüne kadar zaman zaman heyecanla, bazen yüksek kalp atışlarıyla, kimi zaman kusarak (Sade okurken literal olarak kusuyorum en az günde bir kez, Bukowski okurken kesinlikle sivilce basıyor suratımı) hatta göz yaşlarıyla okuduğum yazarların hepsi film şeridi gibi gözümün önünde geçti.
“Zira yazarlar şehvet dolu okurlara kendi yaşantılarının pezevenkliğini yapmayıp da ne yaparlar? İster istemez hep kendileri hakkında yazarlar, tıpkı ne yaparlarsa yapsınlar hep kendileriyle meşgul oldukları gibi. Bu nedenle, yazar olmak kendi pezevenkliğini yapmaktır, bu da fahişeliğin, hem fahişeyi hem pezevengi – hem pazarlamayı hem de son ürünü kaynaştıran kusursuz, kendi kendine yeten biçimidir.”
Tiksinti meselesinin ulaştığı yeri ve insana hissettirdiklerini burada yazmak istemiyorum. Kitabı okuyacaklar için tatsız bir şaka olur yazacaklarım.
İnsanın algılarını açan, bildiğini hiç bilmiyormuş gibi okutan yazarlara hayran oluyorum. Nikolaidis’e de bu yüzden hayran oldum belki de. Yazdığı pek çok satırın sonunda kafamdan beş ünlem düşüyor.
Nikolaidis Oğul’un çevirisine de değinmeden geçemeyeceğim. Üzmeyen, akıcı ve adam gibi çeviri için Aylak Kitap ve Garo Kargıcı’yı tebrik etmek gerek.
Sert, haşin ama bir o kadar da saf (salak demek istemiyorum ama aslında buraya saf ile salak arasında kalmış daha iyi bir sözcük gerek) coğrafyanın, doyurucu kalemi Andrej Nikolaidis’i okuyun, ama mutlaka çiğneyin.