90’lı yılların ortalarında Yeni Yüzyıl diye bir gazete çıkmaya başlamıştı. Bugünlerde yine niyet etti galiba bu gazete yayına… Lakin, o zamanki gazeteyle bugünün çok da ilgisi yok sanırım. Yeni Yüzyıl ilk çıktığı zamanlarda, kağıdı, baskısı, sayfa düzeni ile çok farklıydı ve ilgi çekiyordu. Yazarları da öyle. Can Dündar yazdıydı mesela Yeni Yüzyıl’da. Biz de o zamanlar henüz 20’li yaşların ortalarında genç reklamcılar olarak takip ederdik gazeteyi. Bir de Ahmet Altan yazardı Yeni Yüzyıl’da. Pek hazzetmesem de zamanının popülerlerindendi. Bir gün YeniYüzyıl’da Ahmet Altan’ın bir yazısının dikkatimi çekti. Aldatabilen kadınlar ve erkekler üzerineydi yazı. Daha sonra bu yazı üzerinden Altan çok prim yaptı ve intihal şüpheli “Aldatmak” isimli romanının PR’ında etkisi oldu. Bu intihal meselesi apayrı ve uzun bir konu.
Neyse uzatmayayım, Altan o yazısında bir kitaptan söz ediyordu. (Altan’ın yazısını okumak isterseniz internette dolanıyor. )
“Nasıl bir kadın arıyorsunuz ya da nasıl bir erkek, aşkınızı yaşamak için istediğiniz insan nasıl biri, nasıl tarif edersiniz o aradığınız insanı ve o aradığınız insanı gerçekten bulsanız hemen koşar mısınız onun yanına, yoksa ürküp geri mi çekilirsiniz? “Terk etmiş ve terk edilmiş” bir kadının macerasını anlatan Çiğdem Anad’ın “Aklım Nereye Gidiyor, EllerimNereye” kitabını okurken gördüm birden cevabı.”
Bundan sonra Altan’ın yazısı değil Çiğdem Anad’ın kitabı girdi gündemime tabi. Aldım kitabı. “Aklım nereye gidiyor ellerim nereye”
Çiğdem Anad’ı ise o zamanlar ekranlarda görüyoruz. Haberci, muhabir, gazeteci. Çok da başarılı. Bugünkülerin çoğu onun kötü taklitleri. Mesela Şirin Payzın. Neyse bu da ayrı bir dedikodu konusu.
Kitabı bir solukta okudum. Götü yemeyen bir adamla, cesur bir kadının aşka dair hikayesiydi kitap. Çiğdem Anad bu yazdıklarını yaşamasa bu kadar “içinden” yazamazdı diye düşünmüştüm o zaman.
Sonra kitabı, ağır aşk acısı çeken, evli bir adama kör kütük aşık üst kat komşum Çiğdem’e ödünç vermiştim şifa niyetine. Bakmayın, bir sürü kitabın tedavi edici etkisi vardır. Veriş o veriş. Kitaptan bir daha haber alamadım.
Yıllar sonra Everest Yayınları yeniden basmış kitabı ve bir şekilde karşıma çıktı. Kütüphanede de bir kaç yıldır duruyordu. Geçenlerde bir vesileyle aklıma geldi kitap ve yeniden okudum.
Okudukça Anad’ın dehlizlerinde kayboldum yeniden. Üstelik bu kez sadece götü yemeyen adama öfke duymadım, cesur kadının kör-kara gidişlerini de sorguladım. Kitabı şiirini de gördüm. Bu kitabı 20’lerimde okuduğumla 40’larımda okuduğum zaman arasında benim de kalp kırıklıklarım, aşk acılarım, yıkılıp yeniden yapılan duvarlarım olmuştu.
O ilk okuduğum zamandan aklımda kalan bir cümle var mesela. Sıkça hatun sohbetlerimizde örneklediğim, alıntı yaptığım: Kitabın kahramanı kadının, kocasından boşandıktan sonra, “peydah”lanan eski büyük aşkı, şimdi evli ve çocuklu bir adam olan erkeğe cevabıdır bu cümle:
“Ben hiç ara durak olmadım. Ben ulaşılacak şehirdim ve ben ulaşılacak şehirim. Molanı başka duraklarda ver.”
Şimdi okuduğumda bu cümlenin ne kadar ağır ve sahiplenici bir cümle olduğunu görüyorum. Molaların nasıl güzel sürprizlerle dolu olduğunu düşünüyorum. İlla bir şehre ulaşılsın ve orada tüketilsin mi hayat? Karışık, ilginç, derin mevzular.
Bir kitap için bundan daha iyisi olabilir mi? Baş başa kalıp cümlelerle uzun uzadıya düşündürüyor işte. Üstelik dili akıcı, metaforları güçlü, yumruğu, tokatı bol.
Çiğdem Anad’ın daha sonra iki kitabı daha çıkmış. “Hayat geçiyor, sen neredesin?” 2004’te, “Sen kimsin?” 2012’de. Yine iki tane büyük soru sormuş. Ne de olsa en sağlam soruları sorar hep işinde. Cevaplarını nasıl vermiş merak etmiyor değilim. Hatta Çiğdem Anad, şimdi nerede, ne yapıyor onu da merak ediyorum.
Eğer biraz yaşamışlığınız varsa aşka dair, anlatarak tüketen bu kadının kitabını okumanızı öneririm.
Yorum Yapılmamış