Filler tepişir çimenler ezilir, sonra gelir o çimler intikam alır. Şaka değil Brautigan’ın öykülerinin her birinde leziz ve mis kokan intikamlar var. İrili ufaklı mini mini intikamlar, sıraya bile girmeye gerek duymadan neşeyle geziyorlar kırlarda, bayırlarda, göllerde, sokaklarda.
Güzel adam güzel öyküler yazınca okuması da ayrı bir keyif veriyor. Brautigan’a hayran olmamak elde değil. Sanırım “naif” sözcüğü en çok ona yakışıyor. Kitap içindeki öykülerde kullandığı benzetmeler, göndermeler bile, nasıl söylesem (çok doğru bir tabir olmayabilir ama) “çocuksuluk” içeriyor. Brautigan okurken kendinizi biraz arınmış, biraz çocukluk günlerinizin masumiyetine geri dönmüş gibi hissediyorsunuz. Ben öyle hissediyorum en azından.
En sert, acımasız hatta kanlı olabilecek bir “öykü sahnesi”ni bile son derece sade ve net bir dille yazıp geçiveriyor. Mesela bir örnek:
“San Jose’de bir stüdyo dairede keman çalmayı öğrenen bir adamla yaşamak çok zor.” Kadın boş revolveri polise uzatırken böyle dedi.
Kitabın içinde Brautigan’ın efsane kısacık öyküsü “Kahve” de yer alıyor. “Yaşam bazen yalnızca bir kahve meselesi ve bir fincan kahvenin sunduğu yakınlık.” diye başlayan öyküyü daha önce okumadıysanız çok şanslısınız. İlk okuyuşta yaşattığı haz, uzun ve yorucu bir günün sonunda içilen o eşsiz kahve tadında. Sonrasında yaşattıkları ise okuduğun zamana, mekana, duyguya göre değişiyor. Ama hepsinde ayrı bir haz almak mümkün.
Uzun zamandır kendi kendime yaşadığım 6.45 küskünlüğüme serinkanlı bir son verdi Brautigan. Çeviri efendice. Okuyun, arının, bir kendinize gelin.
Yorum Yapılmamış