*Utanç içinde bir okur.

Knausgaard’ın Kavgam serisinin ilk kitabı Monokl’dan çıktığında merak ve şaşkınlıkla okumuş, bu Norveçli, kuzey yakışıklısı jenerasyonumuzun neler yapabildiğine şahitlik etmiş ve baştan çıkmıştım. Hakkında “Knausgaard Travması” başlıklı bir yazı yazmış ve kitap hakkında fikrimi soranlara hep o yazıyı işaret etmiştim. İlk kitap hakkında okumak isteyenler buyursun tıklasın.

Onun için sıradanın simyacısı diyorlar.

Onun için sıradanın simyacısı diyorlar.

Knausgaard, çırılçıplak yazıyor, zaman zaman saçma sapan, rengarenk aksesuarlar takıp takıştırıyor, kimi zaman feminenleşiyor ama sonuçta beyin kıvrımlarının her noktasını röntgenlemenize izin veriyor demiştim ilk kitabı okuduğumda. Hemen eklemiştim, Knausgaard’ı farklı kılan ise hayatını okura cömertçe ve tüm şeffaflığıyla sunarken, bir yandan da okura “hey okur, utanmıyor musun bu kadar girmeye hayatıma” diye hissettiriyor. 

Knausgaard’ı hiç okumayan ve bilmeyenler için kısaca söylemek gerekirse, has Norveçli ve kendi hayatını 6 cilt yaklaşık 4000 sayfa yazarak dünya edebiyatını sarsmış bir 68’li! Hatta neredeyse 69’lu. Kitabın orijinali Hitler’in ünlü kitabı Kavgam’la aynı adı taşıyor. Seri, orijinalinde Kavgam 1, 2, 3… diye devam ediyor. Ancak İngilizce’ye çevrilip dünyaya açıldığı zaman her cildin kendi başlığı oluyor. İlk kitap “A Death in the Family (ailede bir ölüm)” Knausgaard’ın babasının ölümü etrafında geçiyor. Hatta bu kitap yüzünden Knausgaard’ın ailesinin yarısı ile başı derde girmiş. İkinci kitap ise Türkçemize yine Monokl’ın leziz çevirisi ile kazandırılan “A Man in Love (aşık bir adam), Knausgaard’ın bu seriyi yazmaya başlama süreci ile birlikte elbette tüm kadın okurların şimşeklerini üzerine çeken Linda’yı (karısı, çocuklarının anası, şımarık, kadir kıymet bilmez, ruh hastası) anlatıyor. Linda’yı bulsa bir kaşık suda boğacak Knausgaard’ın kadın okur sayısının milyonlar olduğunu düşünüyorum ve ciddiyim.

Bu ikinci kitap, beni utanç içinde bıraktı.

Knausgaard’ın bu kitabını okumaya bir “patron” edasıyla başladım. İlk kitabı okumuş, sahiplenmiş, aklında ve kalbinde bir yere koymuş “okur” olarak ben, elbette Knausgaard’ın patronuydum artık. Ama yanılmışım. Kitabı bir “işçi” gibi bitirdim ve Knausgaard hayatından kovmaktan beter etti beni. Bu kadar sarsıcı olmasını beklemiyordum ikinci kitabın. İlk kitabın büyüsünün bozulacağından adım gibi emindim. Bu kez başaramayacaktı Knausgaard! Yapamayacaktı o travmayı!

Aşık bir Adam - Karl Ove Knausgaard

Aşık bir Adam – Karl Ove Knausgaard

Evet bir travma yaratamadı ancak Knausgaard bu kez kendi travmasını okuturken kolumdan tutup beni kitabının içine çekti ve soydu. “Nasıl oluyormuş başkasının hayatını böyle fütursuzca ve patron edasıyla röntgenlemek!” diye fırçasını çekti Kitabın kapağını kapattığımda utanç içindeydim. Hala da öyleyim. Heyecanla 3. kitabı bekliyorum. Sürünmek için, Knausgaard’ın deyimiyle bir kaç adım daha yana kayıp manzarayı netleştirmek için hayatımda.

Edebiyat mı evet! Sonuna kadar.

Biraz da kitabın edebiyat tarafı ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Daha doğrusu Knausgaard’ın nasıl yazdığı ile ilgili. Aslında bunu da kitapta benim yerime Knausgaard’ın yakın arkadadaşı Geir, Stockholm’deki ilk günlerinde doğrudan O’na söylüyor. Şöyle diyor:

“…Tuvalete gidişini yirmi sayfada tüm ayrıntılarıyla anlatır, yine de insanlara bunu okutur, onları metne kilitlersin. Kaç kişi bunu yapabilir sanıyorsun? Eğer ellerinden gelse kaç yazar böyle yapmazdı? Neden insanlar koca sayfaya döşedikleri üç satırlık modernist şiirlerini ısıtıp ısıtıp tekrar önümüze koyuyor? Ellerinden başka bir şey gelmediği için. Bunca yıldan sonra kaz kafanın bunu anlaması lazım artık. Eğer yapabilselerdi yaparlardı. Sen yapabiliyorsun, üstelik bunun için minnet duymuyorsun.”

Devamını kitapta okuyun. Dahasını da buraya alıntılamak isterim ama şirazeden çıkacak yazı.

Kitapta Knasugaard’ın “şiir” üzerine düşünceleri ve sözleri de beni oldukça etkiledi. Üzerine belki de daha çok düşünmek ve irdelemek gerekli. Belki de pek çoklarının şiirle ilgili düşünceleri bu, ancak dile dökemiyorlar. Knausgaard kimileri için iyi bir tercüman olabilir. Ufak bir alıntı, şiir ve Knausgaard hakkında:

“Okuyabiliyorum, ama şiirler hiçbir zaman kendilerini bana açmıyor, çünkü onları “hak etmiyorum: benim için yazılmamışlar. Onlara yaklaşırken kendimi bir dolandırıcı gibi hissediyorum, her zaman da kendimi ele veriyorum zaten, çünkü bu şiirler hep şöyle diyor: Sen kim olduğunu sanıyorsun da geliyorsun bize?”

Bu kitabı da biz "hak" etmedik ama okuyamıyoruz demiyoruz.

Bu kitabı da biz “hak” etmedik ama okuyamıyoruz demiyoruz.

Aslında Knausgaard, belki de onun kitabının okurda yarattığı etkiyi tanımlıyor böylece farkında olmadan. Şiir öyledir. Şiir kitabının konusu yoktur. Şiirin konusu şairidir. “Şiir kitaptan okunur” başlıklı yazımda bunu anlatmaya çalıştım. Ondandır utandırır ama bir yandan da şiir okuruna şairini çırılçıplak görme imkanını tanır. Sanırım Knausgaard’ın yaşadığı travma bu. Sana bir şey söyleyim sevgili Karl Ove, okurlarının bir şiir okurcasına utanmasını sağlayan ve hak etmediklerini düşündüren “benzersiz” bir düzyazı senin yazdığın. Bunu o kaz kafana sokmalısın.

(Ah keşke Norveççe bilsem de şu cümleyi çevirip Knausgaard’a anlatabilsem)

Üçüncü kitap “Boyhood Island” Kasım ayı gibi bizimle buluşacak. Utanç içinde kıvranarak ama dayanılmaz bir arzuyla bekliyorum kitabı. Bu yıl kitap fuarında Knausgaard’ı göreceğimizi hissediyorum. Monokl bu meseleyi halledecektir diye düşünüyorum.

İşte bir cesur: Jonathan Gibbs. Why Knausgaard başlıklı yazısını okuyun derim: http://wp.me/pPUsb-gl

İşte bir cesur: Jonathan Gibbs. Why Knausgaard başlıklı yazısını okuyun derim: http://wp.me/pPUsb-gl

Yazının sonuna kadar okumayı başarabilen pek fazla erkek okur olmayacağını düşünerek, rahat rahat içimden geçen şeyi söylemek istiyorum. Knausgaard’ın ilk kitabını okuduktan sonra önerdiğim dostlarım arasında erkek okurların neredeyse hiçbiri kitabı bitiremedi. Hepsi burun kıvırdı. Okumayı beceremedi. Kimi bana olan hürmetinden çok fazla laf etmedi Knausgaard hakkında. Bunun nedenini anlayabiliyorum aslında. Pek kolay itiraf edemeseler de Knausgaard bütün kirli çamaşırları o kadar çıplak ve sansürsüz ortaya seriyor ki kendileri dahi dayanamıyorlar. “Hadi canım, saçma, bir erkek böyle davranamaz, sıradan bir adam işte” vb. cümlelerle geçiştiriyorlar. Knausgaard’ı okuyup, anlayacak, hatta onunla birlikte utanacak ve ondan dayak yemeyi göze alacak herhangi bir “erkek” tanımıyorum.

Kadınların da Knausgaard’a bu kadar minnet duymalarının nedeninin, “nihayet adam gibi bir adam çıktı ve her şeyi çırılçıplak yazarak her şeyi suyun üstüne çıkardı” cümlesinde saklı olduğunu düşünüyorum.

Knausgaard’ı okumak g*t istiyor ve o g*t’ de sadece kadın okurlarda var. Keşke erkekler de okuyabilse…

Teşekkürler Karl Ove tüm o yaşattığın utançlar için.

Share